Edebiyatın bilime ışık tutan görkemli gücü

Edebiyat, bilimden ya öncedir ya da bilimle birlikte yol alır; ama asla arkaya kalmaz!

Bilim, kendi hükümdarlığını ilan ettiği Aydınlanma sonrasında yükselişe geçen edebiyatın gücünü öngörememişti. Edebiyat bir yandan bilimi yücelten metinlerle onun saltanatını kuvvetlendirirken öte yandan onun açıklarını göstererek meşruiyetini sarsıyordu. Her iki durumda da edebiyat güçlüydü yani! Edebiyat, bilimin ilgi alanına girerek ondan önce ya da onun birlikte hep orada durdu; ama asla sonraya kalmadı.

Edebiyatın, özellikle roman ve hikâye türlerindeki metinlerin ne derece bilimle iç içe olduğunu gösteren ve “edebiyatın bilim camiasında muteber bir alan olduğunu”[1] ispatlayan dört kitabı[2] ilginize sunuyorum.

Mustafa Özel bir ekonomist olarak yıllardır yaptığı roman okumalarının müthiş bir bilimsel veri taşıdığını fark ettiğinden beri sanırım sadece roman okuyor. Türk ve Dünya klasiklerinden metinlerle iktisada ve siyasete açıklık kazandıran edebiyat tam da bilimin misyonunu üstleniyor gibidir: bilinmeyeni tanımlamak. Tanımlamayı edebiyattan daha iyi ne yapabilir ki zaten! Mustafa Özel sosyal bilimlere “romanbilim” kavramıyla bakmanın önemini uzun uzun örneklerle anlattığı kitaplarına yenilerini eklemeye devam ediyor.

Farklı disiplinlerde diplomanız olmayabilir, kariyerinizi bu disiplinler üzerinden planlamamış da olabilirsiniz ama bu bir doktorla insan anatomisi üzerinde tartışamayacağınız anlamına gelmez. İain Bamforth’un o müthiş derlemesini “Kütüphanedeki Beden” çalışmasını okuyan herkes bu meydan okumaya seve seve katılır. Bamforth’un derlemesi yakın dönem tıp tarihinin değişimine ayna tutan edebiyat alıntılarıyla dolu. Ve her bir alıntı, bir hekimin neşterle yaptığı çözümlemeyi kelimelerle yapmış onlarca yazarın başarısına delil oluşturuyor âdeta.

Bilimin belki de çözmekte en çok zorlandığı insan beyni ve Freud’un ortaya attığı bilinçaltı dünyası, elbette ki romanların da ilgi alanına giriyor, aksi düşünülemezdi! Nöronların kompleks yapısıyla uğraşmaktan zevk alan yalnızca psikiyatristler ya da nörologlar değil; oyunbaz bir yazar da bu karmaşık görünen dünyayı çözmek için can atabilir. Örneğin Herman Melville’nin’nin Moby Dick’i yazıldığı günden beri beyin ilham araştırmalarına ilham kaynağı oluyor. (1851’de yazılmış bir romandan bahsediyoruz.) Gerek klasiklerden gerekse günümüz romancılarından beynin hârelerinin edebiyatta nasıl işlendiğine dair bir diğer derleme çalışması Oğuz Tanrıdağ’a ait. Bir nöroloji uzmanı olan Tanrıdağ bu kitabıyla sadece bir derleme çalışması yapmamış, aynı zamanda roman okurken bize neler olduğuna dair sorduğu sorularla okur tarafından da edebiyat-beyin ilişkisine bakmış.

Bugün okullarda pek çok öğrenciden şu hatalı cümleleri duyarız: “sayısalcıyım edebiyattan anlamam” ya da “sözelci olduğum için tıp benim neyime”. Oysa sayısal ya da sözel diyerek kast ettiğimiz bilimsel dünya, hakikat denen o görkemli kuşun iki ayrı kanadıdır; uçmak isteyen bu iki kanadı da kullanmak zorundadır.

Yukarıda sözünü ettiğimiz dört kitap sundukları listelerle edebiyatın da bilimin de bir yarış içinde olmadığını gösteriyor. Hatta bence bilimin mutlak iktidarının sarsıldığını göstermesi açısından edebiyata küçük bir torpil yapabiliriz. Çünkü “kurmacada” bilime yol gösterecek müthiş detaylar var ve çalışmalar sürdükçe kurmacanın daha nice saklı gerçekler barındırdığı gün yüzüne çıkacak. Ama eğer günün birinde “romanbilim” de kendi krallığını ilan etmeye kalkarsa ona kendinden büyük edebiyatın olduğunu gösteren kitaplar da yazılacaktır muhakkak.  


[1] Edebiyatın gücünü ikrar etmiş bilim insanlarını tenzih ederek…

[2] Şüphesiz bu kategoride sadece dört kitap yok, okudukça listeye yenilerini ekleyeceğim.